EdebiyatHikaye

Mermerden Hikayeler “Sera Sema Tokgöz”

Bir yer var, uzak mı uzak, ıssızlığın ortasında sessiz ve sessiz bir o kadar korkunç tüyler ürpertici. Bir yol gider oraya, iki sokak ötesi, bir tabela vardır önünde kocaman yazılarla “5’LER MEZARLIĞI”
Her sabah yola çıkar, bu beş mezara sanki çocuğuma bakıyormuşum gibi büyük bir özenle bakardım. Ben ki onları hiç tanımazdım. Şayet orada olduklarını dahi bilmiyorum. Ama onlara her bakışımda, üzerlerindeki dikenli çalıları ayıkladığımda veyahut toprağını suladığımda onların da bu hayatta var olduğunu yüreğimde hissediyorum…

SERA SEMA TOKGÖZ d:02-10-1984/ ö:12-02-2018

Yaşadığım süre boyunca korkularımla yüzleşip durdum. Karanlıktan korktum, boğulmaktan korktum, yılandan ve akrepten korkum. Fakat tam mutluluğu buldum derken mutluluk korkum oldu. Şimdi en büyük korkumun hazinesiyim ve ortadaki mezar benim.

O sabah güne nasıl uyandığımı hatırlamıyorum, fakat bir amacımın bir hayalimin olduğunu önceki sabahlar kadar iyi hatırlıyorum. İçim ürperiyordu. Havanın sıcak olmasına karşın bedenim titriyordu. Olur olmadık zamanlar titriyordum. Bir an odadan seslendi annem. Onun sesini duymak uzun bir süre sonra değerli gelmişti bana. Gittim yanına, yüzümde beliren korkuları fark ettirmek istemediğim için yalancı bir gülümsemeyle “Buyur annem.” dedim. O ise telaş içinde kahvaltı tabaklarını masanın üzerine çarpa çarpa indiriyordu. “Hadi kızım sende çayı ısıt.” dedi. Ocağın başına yöneldiğim sırada annemin elinden bir tabak yere düştü. O an annemin çığlıkları beni benden aldı. Döndüm ellerini tuttum “Tamam bir şey olmaz.” dedim. Kahvaltıdan bir parça bile yiyemedi. Her zaman ki gibi odasına kapandı.

O gün, yarı uyanık bir şekilde gözlerimi kısmış annemin ve babamın hazırlığını izliyordum. Bir haftalığına Rize’ye gideceklerdi. Babam her ne kadar iş gezisi olarak görse de annem zavallı kadın yaşadığı şehirden başka bir şehir görmediği için, bu geziyi tatil olarak görüyordu. Valizler hazırlandı, yolda yiyecekler hazırlandı, uzun ve heyecanlı bir yolculuktu. Benim de gelmemi çok istemişlerdi fakat okulu bahane etmiştim. Babam arabanın motorunu çalıştırdı. Annem gitmeden önce uyarılarını sıralayarak yanağımdan öptü ve koşturarak arabaya bindi.

Beş dakika sonra araba hareket etmeye başladığında ben pencerede durmuş sağ kulağımda telefonla onların gidişini seyrediyordum.

Telefondaki ses;
“Gittiler mi?”
Ben;
“Gittiler”
Telefondaki ses;
“Bir hafta gelmeyecekler değil mi?”
Ben;
“Hadi uzatma, geleceksen gel.”
Birkaç saat sonra kapı çalındı. Elinde poşetlerle. On yedi yaşındaydım ve benim de mutlu olmaya ihtiyacım vardı.
….
Ertesi gün kapı sesi kulaklarıma yarım yamalak geliyordu. Yanımda bir hareketlilik hissettim. Hızla ayaklanıp kıyafetlerini arıyordu. “Noldu?” dedim. “Kapıda polisler var.” dedi.

Polislerin neden geldiğini bilmememe rağmen içimi bir korku sardı. Hızla kalkıp giyindim.

Kapıyı açtığımda karşımda orta yaşlı polis memuru duruyordu, yüzündeki ifadeden bir şeylerin olduğunu seziyordum. Başını eğip elindeki kağıtlara bakarak “Siz Halim Tokgöz ve Sebahat Tokgöz’ün kızı mısınız?”

Olamaz, olamaz, bir an tüylerim diken diken oldu. Onlara bir şey olmuşsa kendimi hiç affetmeyecektim. Ben hislerimi kurcalarken polis memuru sözlerini sıralıyordu. “Size ulaşmaya çalıştık, fakat ulaşamadık, anneniz ve babanız şehrin çıkışında kaza yapmışlar, sizi hastaneye götürmemiz lazım.” diyordu.

“Hadi hemen çabuk.” dedim. Evden çıkarken kapıyı kilitlemedim. Hızla içini merak ettiğim polis arabasına bindirildim. Bir süre sonra hastaneye geldik. Kapıda teyzem ve eniştem hüngür hüngür ağlıyordu. Teyzem beni kollarının arasına alarak “Ah yavrum, ah bahtsız kızım.” diyordu.

Bir yarım saat sonra tüm gerçeği öğrenmiştim. Babam ve annem yolda giderken yanlış sollama yapan bir kamyonet onların arabasını biçmişti. Babam hastaneye getirilirken yaşıyormuş fakat birkaç saniye sonra vefat etmiş. Annemin ise bilinci yerinde değilmiş.

İşte o gün ölümü damarlarımda hissettim.

Aradan tam bir yıl geçti, annem kazanın etkisiyle artık eskisi gibi değil. Yaşayan ölü gibi. Ben de ondan farksız değilim. Fakat halen yaşama hevesim vardı. Telefon çalındı “Bugün buluşuyor muyuz?” dedi. Yan odadaki annem duymasın diye kapıyı kapatıp “Evet.” dedim.

Kıyafetimi giyinip anneme son bir kez bakarak evden çıktım. Yaşadığımız şehrin sahilinde buluşacaktık.

Yüzüme çarpan serin hava, kulaklarımda çınlayan dalgaların sesi ve onun bana doğru koşuşu. Hepsi ressamın paletinden çıkmış gibiydi.
“Hazır mısın?” dedi.
“Hazırım” dedim.

Elimi sıkıca tuttu ve kayalıklara doğru yürüdük. Bir kez daha ona baktım. O da bana baktı. Korkudan ellerimiz titriyordu. Ve kendimizi kayalıklardan suya bıraktık. Önce elimi bıraktı. Ardından suyun dibine doğru yönelmeye başladı. Ben ise sudan çıkmak için çırpınıyordum. Fakat fayda etmedi. Bir süre sonra bilincim kapandı.

Yunus Emre Doğan

Yıllar önce başlayan yolculuğum beni buraya kadar getirdi ve ömrümün sonuna kadar duygularımı yazarak ifade edeceğim. Edebiyat okudu... Bir kitap babası..."Har-Bir Acı Hikaye" Hayal kurmayı seviyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu