Bugün 29 Ekim
Merhaba Rengârenk Dergisi okurları
Bugün 29 Ekim, cumhuriyetimizin 97. yıl dönümü ve size 19 Mayıs’ta söz verdiğimiz gibi yazımızı hazırladık.
Hepimizin bildiği gibi 97 yıl önce bugün, yani 29 Ekim 1923’te Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye, devlet/hükümet biçimi olarak cumhuriyeti benimsemiş ve ilan etmiştir. 2 Şubat 1925’te verilen kanun teklifinin 19 Nisan 1925’te kabul edilmesi(628 sayılı) ile bu tarih, ulusal bayram olarak kutlanmaya başlanmıştır (Kaynaklarda bu şekilde geçse de, bu yazının hazırlandığı tarihte Resmi Gazete’nin ilgili sayısına erişemememizden dolayı kaynakçaya Resmi Gazete ilgili bağlantısı eklenememiştir).
Cumhuriyet sözcüğü Arapça kökenli olmakla beraber cumhur kökünden türetilmiştir ancak; Arap milletleri, cumhuriyet kelimesini hiçbir zaman bizim bildiğimiz anlamıyla kullanmamışlardır. Bildiğimiz cumhuriyet anlamına gelen Arapça terimlere rastladığımız yerler ise Yunan felsefi edebiyatına ait çevirilerdir ve Arapların başka yerlerde karşılaştıkları cumhuriyetlerin siyasi dokümanlarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ise, çeşitli sebeplerden dolayı ancak 1848’te kullanılmıştır ve bu kullanım da padişahı Mustafa Reşit Paşa hakkında uyarmak içindir. Serasker Damad Said Paşa, Mustafa Reşit Paşa için, “Bu adam cumhuriyet ilan edecek, saltanatın elden gidiyor.” demiştir.
Mustafa Reşit Paşa, II. Mahmut’un dikkatini çekmiş, kendini yetiştirmiştir ve Sultan Abdülmecid döneminde Tanzimat Fermanı’nı okumuştur. Paris ve Londra elçilikleri yapmıştır. Şinasi, Reşit Paşa için daha sonraları, “Bildirir haddini sultana senin kanunun.” diyecektir.
II. Mahmut’tan bahsetmişken kendisi hakkında çok kısa bilgi vermek istiyoruz. II. Mahmut için Osmanlı’nın Büyük Petro’su ifadesi kullanılır. Aynı zamanda ulema sınıfını kamulaştırıp, VIII. Henry’nin manastır için yaptıklarını ulema sınıfına yapmasıyla Osmanlı’nın VIII. Henry’si olarak da anılabilir. Bu yenilikle II. Mahmut, sınırlayıcı bir otorite olan ulemanın gücünü ve etkisini kırmıştır.
Büyük Petro için bkz: Massie, R.K., “Büyük Petro”, 1. Baskı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019).
Ek Bilgi
Londra’da tarihî isimlerin oturduğu binalara mavi plaka takılır ve bu plakalarda, oturan kişinin ismi ve ne zaman orada oturduğu yazardı. Londra Belediyesi’nin bu plakalar konusunda oldukça hassas olduğu, bir plaka işleminin yıllar sürebildiği söylenir. Takılan plakaların çoğunluğu da İngiliz isimlerindir. İşte bu mavi plakalardan birisi, Mustafa Reşit Paşa için de takılmıştır. Takılmasındaki en büyük emek şüphesiz, büyük tarihçimiz İlber Ortaylı’nın “Türklerin Büyükelçisi” diye tanımladığı Zeki Kuneralp’indir. Babası bir Osmanlı ismi (Ali Kemal, hain olduğu söylendiği için İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmadan İzmit’te Nurettin Paşa tarafından linç ettirilmiştir.) olan Zeki Kuneralp, gerekli işlemleri başlatmıştır ve Londra büyükelçiliği görevinden ayrılmadan hemen önce 3 yıllık sürecin sonunda plaka taktırma işlemini gerçekleştirmiştir. Plaka törenine Arnold Toynbee, Bernard Lewis, Geoffrey Lewis ve Gerard Clauson gibi isimler katılmıştır. Zeki Kuneralp’in Madrid büyükelçiliği yaptığı sırada, plaka takılışından 5 yıl sonra bir gazetemizin bu konuyu haber yapması üzerine Kuneralp kendilerine bir mektup gönderip durumu açıklamış ancak; bir cevap alamamıştır. Bunu, “Mektuplara cevap vermek âdeti cemiyetimizin henüz bütün sektörlerine nüfuz etmemiştir.” diyerek eleştirmiştir.
İsmet İnönü’nün önüne gelen raporda babasından dolayı “Sakıncalıdır” yazmasına rağmen, İnönü kendisini onaylar ve bu sayede gerçek bir diplomat doğarken, belki de “bakanlıktan yetişme” son diplomatlarımızdan biri olan Kuneralp’i 1998’de kaybediyorduk. Hatırlarsak; Ocak 2019 tarihinde mevcut Dışişleri Bakanı Sn. Çavuşoğlu, “Kimse kusura bakmasın, en başarılı büyükelçilerimiz dışarıdan atadıklarımız.” diyordu. İlber Ortaylı ise, “Bu sistem denendi, Özal bu yola girdi ve anında eli yanmış gibi geri döndü. Dışişleri mensubu ve büyükelçi dediğin devletin içinden yetişir.” diyerek bu açıklamayı tenkit ediyordu.
Zeki Kuneralp Ekim 1980’de bize çok güzel bir cümle bırakıyordu:
– No es facil ser Turco* dedim. Evet, kolay değildir Türk olmak, ama olmanın imtiyazı da o nisbette büyük değil mi?
*No es facil ser Turco, İspanyolca “Kolay değil Türk olmak” anlamına gelmektedir.
Önemli Not: Bu cümlelerimiz herhangi bir siyasi eylem içermekten ziyade, bir tarihçimizin, bir diplomatımızın ve bir bakanımızın görüşlerini içermektedir.
Ek Bilgi Sonu
Cumhuriyet 29 Ekim’de ilan edildi ancak; Atatürk elbette bu fikri çok daha önceden1 kafasında kurmuştu. Bu sebeple önce saltanatı kaldırmak ihtiyacı doğmuştu, Lozan’a hem Ankara hem de İstanbul hükûmetlerinin çağrılması ise bardağı taşıran son damla olarak saltanatın kaldırılmasına gereken ortamı hazırlamıştı. 1 Kasım 1922’de kabul edilen kanunla, saltanat resmen kaldırılmıştı.
1Atatürk yapacağı çoğu şeyi önceden kafasında kurguluyor, sadece gerekli zamanı bekliyor, acele etmiyordu. Örneğin daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı Ordusu’ndayken 22 Kasım 1916’da not tuttuğu deftere kadınlarla ilgili “muktedir ve hayata vâkıf valide yetiştirmek, kadınlara serbestisini vermek” yazıyor ve yaptığı tüm devrimleri bir plan çerçevesinde gerçekleştiğini doğrulamış oluyordu. Bir başka örnek olarak ise; Erzurum Kongresi esnasında kendisine “Yoksa cumhuriyete mi gidiyoruz?” diye soran Mazhar Müfit Kansu’ya “Yoksa kuşkun mu var?” diye cevap veriyordu. Daha sonraları yine Mazhar Müfit’e, “Yaz bakalım, zaferden sonra hükûmet şekli cumhuriyet olacak, fes kalkacak, peçe kalkacak ve şapka giyilecek.” diye maddeler yazdırırken Mazhar Müfit durur ve “Paşam siz de amma hayalciymişsiniz.” der. Şapka devrimi sonrası Kastamonu dönüşü Mazhar Müfit’i gören Atatürk otomobili durdurtup kendisini çağırır ve “Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz notlarını bakıyor musun?” diye sormuştur.
Saltanat konusunda detaya girmeyi gerekli görmüyoruz ancak; son padişahın, Rauf Bey’e “Bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım, o çoban da benim.” dediği düşünülürse ne kadar doğru bir iş yapıldığı görülmüş olur.
Saltanatın kaldırılmasından sonra 20 Kasım 1922’de Lozan Görüşmeleri başladı, 4 Şubat 1923’te ara verildi ve 23 Nisan 1923’te tekrar başladı. 24 Temmuz 1923’te imza edilerek tamamlandı. Lozan’ın bir hezimet olduğunu iddia eden, Mustafa Kemal’e zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin diyen fesli bazı tarihçilerin söylediklerini dikkate almıyoruz zira Lloyd George bile Lozan için, “İngiltere tarihinde imzalanmış en alçaltıcı anlaşma” tanımını yapmıştı. Lozan dönüşü İnönü’yü karşılamaya gelmeyen Rauf Orbay Lozan için, “Memleket hesabına yapılması imkânı olanın en iyisi yapılabilmiştir.” diyerek Lozan’ın ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
Lozan hakkında güzel bir anlatım için bkz: Karacan, A.N., “Lozan“, 7. Baskı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018).
Lozan’ın imzalanması ile rahat bir nefes alan ülkemiz, artık cumhuriyeti düşünmeye başlayabilirdi. Daha Eylül 1923’te Atatürk, bazı konuşmalarında cumhuriyetten bahsetmişti. Ekim ayına gelindiğinde ise gereken ortam oluşmuştu, Atatürk 28 Ekim akşamı sofradaki arkadaşlarına, “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek müjdeyi vermişti.
Cumhuriyetin ilan edilmesi, dünya için pek de şaşırtıcı olmamıştı zira İstanbul’daki ABD2 Büyükelçiliği’nin 26 Eylül 1923’te DC’ye gönderdiği yazıda, 29 Ekim 1923’te yapılacak olan anayasa değişiklikleri ayrıntılarıyla bildiriliyordu.
(Bu konu hakkında daha fazla bilgi için bkz: Duru, O., “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kuruluş Yılları“, 8. Baskı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2020), 183(numaralandırılmamış sayfa).)
2ABD tarihi hakkında daha fazla bilgi için bkz: Zinn, H., “ABD Halklarının Tarihi” ve Nevins, A., Commager, H.S., Çeviren: Halil İnalcık, “ABD Tarihi“, 10. Baskı (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2019)
27 Eylül 1923’te ise Neue Freie Presse’ye yaptığı açıklamada Atatürk, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme gücü ve yasama yetkisi milletin tek gerçek temsilcisi olan Meclis’te toplanmıştır. Bu iki sözcüğü tek sözcükte özetlemek mümkündür: Cumhuriyet!” diyordu.
Atatürk, cumhuriyetin devamlı olmasını istiyordu ancak; bu rejimin iki tehlikesi olduğunu da biliyordu. Bu yüzden cumhuriyeti gelecek nesile güvenle taşımak için marksizme ve ümmetçiliğe açık olan rejimi, milliyetçilik ve laiklik ilkeleri ile koruma altına almıştı. Çeşitli fikir akımlarına karşı milliyetçilik3 (“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Halkı’na Türk Milleti denir.” tanımı) ve ümmetçiliğe karşı laiklik4 (“Devlet işlerinde dinin yerinin olmaması” tanımı) ile cumhuriyet “tamamen(!)” güvence altına alınmıştı. Burada (!) koymayı uygun görüyoruz çünkü bu ilkelere rağmen cumhuriyet kötü emellere alet edilebilmektedir.
3Milliyetçilik teriminin ilk olarak 18. yüzyılda Batı Avrupa’da çıktığı söylenir. Ne yazık ki o tarihlerde Osmanlı’da Türklük, bir alt kültür olarak görülmekteydi.
4Laik kelimesi dilimize Fransızcadan geçmiştir. Dönemin Müslüman halkları arasında batılı fikirlerle ilgilenen ve bu fikirlere karşılık bulmaya çalışan ilk halk Türklerdi. Türkler bu terimden önce dindar olmayan anlamına gelen lâdini kelimesini kullansa da, bu ifadenin laik kelimesinin tam karşılılığını vermemesinden dolayı laik kelimesi olduğu gibi dilimize alınmıştır. Neden Fransızcadan alındığı hakkında net bir bilgimiz yok ancak; Avrupa’nın gelişimi sırasında çoğu fikirlere Hristiyan fikri gözüyle bakıldığı için Türk aydınları bu yeniliklerle ilgilenmiyordu. Fransız Devrimi ise Avrupa’daki fikir hareketleri arasında Hristiyani olmayan, Bernard Lewis’in deyimi ile –hatta Hristiyanlık karşıtı- olan ilk hareketti. Bu sebeple bizim aydınlarımız Fransa’nın fikirlerini önemsemeye başladığı için laik kelimesini Fransızcadan almış olabiliriz. Burada bir dip not olarak değerlendirmemiz gereken iki konu var. İlki; Laiklik kelimesinin İngilizce karşılığının aslında “secularism” olmamasıdır. Secularism kelimesi İngilizcede ilk kez 19. yüzyıl ortalarında kullanılmış olup ilk anlamı, ahlakın bu dünyada insanın refahına dair mantıksal düşüncelere dayanması gerektiğiydi. Secularism terimi, 20. yüzyılda secular kelimesinin eski anlamlarından yeni manalar kazanarak Fransızca Laiklik ile aynı anlamda kullanılmaya başlandı. İkincisi; Atatürk hiçbir zaman bu terimi “dinsizlik” olarak kullanmamıştır. Tanım yaparken şöyle diyordu, “Laiklik asla dinsizlik değildir. Dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını sağlamıştır. Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.”
Her fırsatta gençlere verdiği önemden bahsettiğimiz Atatürk, 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’a gelerek 1.5 saat süren bir konuşma yapmıştı burada ve şöyle söylemişti:
– Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk artık öğrenmiştir ki bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve evlatlarını cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü ve bilinçli bulundurmak gerekir. Son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençlerine yöneltmek istiyorum. Gençler! Geleceğimize güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin düşünce özgürlüğünün5 en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.
5Düşünce özgürlüğüne en güzel tanımı Toktamış Ateş’in söylemiyle vermek istiyoruz.
“Çoğunluk, azınlığın düşünce özgürlüğünü yok ettiği an ne demokrasiden ne de düşünce özgürlüğünden söz edilebilir.”
“Cumhuriyet; insanlarını eksik ya da zor şartlarda eğitmiştir6, sanayi kurmuştur, tarım yapısını değiştirmiştir ve memleketin düzenini sağlamıştır. Cumhuriyetin insanları ve kurumları, cumhuriyetin teminatıdır.” der İlber Ortaylı ve çok da doğru söyler çünkü cumhuriyet, Atatürk’ün yaptığı en büyük devrimdir, diğer devrimler cumhuriyeti takip eder.
6Atatürk tüm ülkenin eğitilmesini istiyordu, 1923’te toplam 9 olan yüksekokul sayısı 1938’de 20’ye, 3 bin olan öğrenci sayısı 13 bine çıkarken, yine 1923’te yüzde 3-10 arası verilen okuma yazma oranı 1938’de yüzde 23’e çıkıyordu. Van ve çevresi için bir üniversite kurulmasını istiyordu. Nitekim bu üniversite için “Doğu Üniversitesi Hakkında Bir Rapor” adlı kitap hazırlanmıştır ve rapor sunulmuştur ancak üniversite Doğu Üniversitesi adıyla Van’da kurulmamıştır, Atatürk’ün vefatının 19 yıl sonrasında Erzurum’da Atatürk Üniversitesi adıyla kurulmuştur.
Atatürk cumhuriyeti ilan ederken, kendisinin bir kalıp değil, bir gerçekçilik ve akılcılık olduğunun farkındaydı. Atatürk, primus inter paresin de ötesiydi, yakın çevresi ve silah arkadaşları arasında cumhuriyetin önemini yıllar önce çözmüştü. “Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki cumhuriyet sizden; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” diyordu. Bu sebeple önce cumhuriyeti istemiştir ve diğerlerinin peşi sıra geleceği, devrimlerin bütünlenmesi gerektiği tahmininde yanılmamıştır. Cumhuriyet anlaşılamadan Atatürk anlaşılamaz, Atatürk anlaşılamadan cumhuriyet anlaşılamaz. Anlamak için ise, popülizmden ziyade niteliğe sahip kitapların okunması gerekmektedir.
Bu kitaplar konusunda özellikle Halil İnalcık ve Bernard Lewis başı çekmektedirler. Bu isimlerin kitapları kült değil, aksine yazıldıkları yıllardan beri sürekli ilgi görmüşlerdir ve görmeye de devam etmektedirler. Halil İnalcık ve Lewis dostluğu 1950 yılına dayanır. 1950’de Paul Wittek’in bir konferansında tanışan bu duayen tarihçilerden olan Lewis’ten bir Osmanlı tarihi yazması istenmiş. Lewis o zamana kadar Osmanlı’yı çok derinlemesine incelemediği için, yazdığı Arvanid Defteri ile oryantalistler arasında tanınan İnalcık’a bu konferansta, “Siz bir Osmanlı tarihi yazar mısınız?” diye sormuş. Bu Osmanlı tarihi, Türkçeye 30 yıl sonra çevrilen “Classical Age” adlı kitapta ortaya çıkarılmış.
Lewis, 1985’teki CIEPO (Comité International des Études Pré-Ottomanes et Ottomanes) toplantısında İnalcık için, “Köprülü ve Barkan zamanının büyük âlimiydiler, Halil İnalcık tüm zamanların büyük âlimi.” demiştir. Yine bildiğimiz bir diğer isim olan Ekmeleddin İhsanoğlu (2014’te cumhurbaşkanı adaylarından birisiydi.) Halil İnalcık için, “Şeyh-ül Müverrihin” demiştir.
Kitap okumanın önemine her zaman değiniyoruz. Zira kitaplar için Halil İnalcık da şöyle diyor:
– Bu dünyadan giderken en çok neye hayıflanacağım, biliyor musunuz? O büyük şaheserleri okuyamadan gözlerimi kapayacağıma… Tüm peygamberleri, Budda’yı, Kant’ı, Shakespeare’ı, Dante’yi, Fuzuli’yi ve Dostoyevski’nin bütün romanlarını okumak isterdim. Ömür o kadar kısa ki…
Ki kendisinin 100 yaşında vefat ettiği, kişisel kütüphanesinin Chicago’dan Bilkent’e getirilmesinin 17 bin dolar tuttuğu düşünülürse, geç kalmadan kitap okumaya başlamamız gerekiyor diye düşünüyor ve yoğun olarak “Atatürk” ve “Devrim” içerikli kitap tavsiyelerine geçiyoruz.
Berkes, N., “Atatürk ve Devrimler“, 3. Baskı (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019).
Gentizon, P., “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu“, 4. Baskı (İstanbul: Bilgi Yayınevi, 2001).
Gronau, D., “Mustafa Kemal ve Cumhuriyetin Doğuşu“, 3. Baskı (İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi, 1998).
İnalcık, H., “Atatürk ve Demokratik Türkiye“, 6. Baskı (İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2017).
Karal, E.Z., “Atatürk ve Devrim“, 9. Baskı (Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2014).
Melzig, H., “Osmanlı’nın Çöküşü Türkiye’nin Dirilişi“, 1. Baskı (İstanbul: Alfa Yayınları, 2011).
Ortaylı, İ., “Gazi Mustafa Kemal Atatürk“, 6. Baskı (İstanbul: Kronik Kitap, 2018).
Ozankaya, Ö., “Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti“, 7. Baskı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018).
Pamukoğlu, O., “Devrimlerin Efendisi“, 1. Baskı (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2019).
Sonyel, S.R., “The Founder of Modern Turkey“, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989).
Şengör, A.M.C, “Dâhi Diktatör“, 6. Baskı (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2019).
Turan, Ş., “Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünceler, Kitaplar“, 7. Baskı (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2018).
Velidedeoğlu, H.V., “İlk Meclis“, (İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 1999).
Volkan, V.D., Itzkowitz, N., “Ölümsüz Atatürk“, 7. Baskı (İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 2016).
(Çoğu Atatürk eserinin aksine bu eser bir psikanalizdir. Güncellenmiş baskısında ismi “Atatürk Anatürk” olarak değiştirilmiştir. Itzkowitz aynı zamanda Halil İnalcık’ın en bilinen eserlerinden “Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ” adlı eseri de Türkçeden tercüme eden profesördür.)
Özellikle cumhuriyetin onuncu yılı olan 1933 kutlamaları büyük bir önem arz etmektedir. Atatürk’ün şimdiye kadar bilinen en net ses kaydı, Atatürk’ün onuncu yıl kutlamalarında yaptığı Nutuk’tan kalmadır. Cesaretini kaybedip esarete mahkum edilen bir milleti, baştan aşağı cesaret hücreleriyle donatıp yeniden tarih sahnesine çıkaran Atatürk’ün bu konuşması, umutsuzluğa kapılan her bir vatandaşın yeniden doğmasını sağlayacaktır.
Atatürk bu nutku, meşhur “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” cümlesiyle bitirmektedir.
Cumhuriyet hakkında daha önce sitemizde yayımlanmış güzel bir deneme için bkz: “https://www.rengarenkdergisi.com/cumhuriyete-kanat-acmak/”
Yazımızı, Cosimo’nun Terentius’tan naklettiği “Ben insanım, insana ait hiçbir şey bana yabancı değildir.” cümlesini değiştirip, “Ben bir okurum, kitaba ait hiçbir şey bana yabancı gelmez.” diyerek sonlandırıyoruz.
Nice 29 Ekimlere!
KAYNAKÇA
“https://www.londonremembers.com/memorials/reschid-pasha“, (Erişim Tarihi: 12.05.2020)
Hürriyet Gazetesi, (2019, 3 Şubat), “https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/bir-4uncusu-yok-41103620“, (Erişim Tarihi: 12.05.2020)
Afetinan, A., “Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler“, 21. Baskı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019), 203-205.
Atatürk, M.K., “Nutuk“, (İstanbul: Kitap Zamanı Yayınları, 2006), 612.
Ateş, T., “Türk Devrim Tarihi“, 7. Baskı (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016), 220-223, 393
Aydoğan, M., “Ülkeye Adanmış Bir Yaşam (Cilt I)“, 28. Baskı (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2019), 165-167 ve 365.
Aydoğan, M., “Ülkeye Adanmış Bir Yaşam (Cilt II)“, 12. Baskı (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 2017), 46, 80-82, 305, 394, 425, 439
Bayar, C., Derleyen: İsmet Bozdağ, “Atatürk Gibi Düşünmek“, 3. Baskı (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1999), 19 ve 61-63.
Çaykara, E., “Tarihçilerin Kutbu“, 15. Baskı (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 20 ), 137, 157-158, 279-280, 370-373, 403, 465(Numaralandırılmamış Sayfa) ve 483.
Gökberk, M., “Aydınlanma Felsefesi, Atatürk ve Devrimler“, 1. Baskı (İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları, 2018), 93.
Kansu, M.M., “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber (Cilt I)“, 6. Baskı (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2019), 74.
Kansu, M.M., “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber (Cilt II)“, 6. Baskı (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2019), 595.
Kreiser, K., “Atatürk“, 4. Baskı (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018), 216-220.
Kuneralp, Z., “Sadece Diplomat“, (İstanbul: İSİS, 1999), 124, 125 ve 138.
Küçükkaya, İ., Ortaylı, İ., “Cumhuriyetin İlk Yüzyılı“, 26. Baskı (İstanbul: Kronik Kitap, 2019), 272 ve 284.
Lewis, B., “Demokrasinin Türkiye Serüveni“, 6. Baskı (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2020), 36 ve 44.
Lewis, B., “Hata Neredeydi?”, 3. Baskı (İstanbul: Kronik Kitap, 2020), 113 ve 122-123.
Lewis, B., “Transforming the Image of a Nation“, ( : The Creative Book Company, 1995), 108-115.
Mango, A., “Sultan’dan Atatürk’e Türkiye“, 1. Baskı (İstanbul: Pegasus Yayınları, 2011), 207.
Orbay, R., “Siyasî Hatıralar“, 4. Baskı (İstanbul: Örgün Yayınevi, 2018), 444 ve 545.
Özdemir, F., “Bir Dahinin Hürriyet Aşkı“, 2. Baskı (İstanbul: Hürriyet Kitap, 2016), 216-217, 263(Numaralandırılmamış Sayfa), 302, 306(Numaralandırılmamış Sayfa)-307, 308-309(Numaralandırılmamış Sayfa), 316(Numaralandırılmamış Sayfa)-317, 320, 322(Numaralandırılmamış Sayfa)-323 ve 362-363(Numaralandırılmamış Sayfa).
Tezer, Ş., “Atatürk’ün Hatıra Defteri“, 7. Baskı (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2019), 96.
Bir Yorum