Rüzgarın ufak esintisi ile saçlarımın yüzüme doğru vurması ufak bir tebessüm oluşturdu. Saçlarımı kırlaştıran dertlerim de keşke bir rüzgar esintisi ile uçup gitse diye düşünürken güneş ufuktan göz kırpıyordu. Herkesin işe gittiği bir gün, aynı yolu aynı insanlarla yürürken aklımdan geçen binlerce düşüncenin tesiri altındaydım. Bir gün ben, ben olmayıp avare bir biçimde dolaşmak ve bir yere girip delice muhabbet etmek istemiştim. Kafamın estiği bir gün bunu denedim. Uzun bir yokuş ağzında yorulduğumu fark ederken bir yandan derin nefes alarak hiç bilmediğim bir yerde kendimi bulmuştum. Derken yokuşun bitimine doğru bir terzi dükkânı gördüm, herhangi bir yazısı yoktu dükkân önünde ancak içeri baktığınızda kumaş parçaları ile boğuşan bir adamı görmeniz kaçınılmazdı. İçeride bir kişi ve onunla muhabbete tutuşmuş, işi başından aşkın terzi vardı. Terzi Bey, kafasını indirip gözlükler üstünden baktı ve kafa salladı. “Hoş geldiniz” demeye çalışıyordu besbelli. Ben de bu kafa sallayışa “Kolay gelsin!” diye yanıt verdim. Terzi Bey benden sanırım bir şeyler bekliyordu. Bense aslında tamamen dinlenmek amaçlı ve merakımdan girmiştim o dükkâna. İki koltuğu bulunuyordu içeride, eskiciden alınmış bir havası vardı tıpkı Terzi Bey’in kıyafeti gibi. Ben yabancılık çekmeden oturdum kenarda duran koltuğa. Dükkânın dışı, camların mavi bir demire tutunuşuyla can buluyordu. İçerisi harabe olmuş bir ev misali. Kumaş parçaları dört bir yanı sarmış, Terzi Bey kendinden geçmiş, -gözlerinin altındaki morluktan anlaşılan- çalışmaktan yorgun düşmüş ve fazlaca dağılmıştı. O bir yandan bana bakıyor, ben tepki vermeyince karşısındaki adama dönüp “Bu ne yapıyor?” gibi işaretlerde bulunmaya çalışıyordu. En sonunda dayanamadı Terzi Bey, bir soru yöneltti elindeki kumaş parçasını makineden alırken. “Siz niçin gelmiştiniz?” bu soruya verecek bir cevabım yoktu. Şu an ona yalnızca yorgunluğumdan bahsedebilirdim. Bir de bilmediğim yerleri keşfetme arzusundan ama garipser mi acaba diye düşünmedim değil. Ve şu cevabı verdim: “Her şeyi bir nedene bağlamak biz insanların sorunu değil mi sizce?” Bu cevabı beklemiyorlardı besbelli. Terzi Bey bakakaldı. Ne diyebilirdi ki, “Haklısın” demekten başka? Ama o Anadolu insanıydı belli ki. “Gardaşım, burada biz ekmek paramızı kazanıyoruz, buraya gelen ya bir pantolon ya bir gömlek getirir senin gibi sorular sormaz.” O da haklıydı, ben fazlaca sorguluyordum sanki. Bu cümlesinin üzerine ben kendimi orada fazlalık hissettim, oturduğum yerden gitme hazırlığı yapıyor; çantamı omuzuma takıyordum. Kapıya doğru yürümeye başlamıştım. Kapının eşiğine geldiğim zaman “Dur Evlat!” diye bir ses geldi arkadan. Döndüm ve Terzi Bey yine aynı konumda gözlerinin üstünden “Gel hele bir.” dedi. Bu çağrısına olumlu yanıt verdim. Oturdum aynı yere. Terzi Bey, elindekileri bıraktı, yavaşça yanıma geldi; karşısındaki adam da öylece izliyordu olup bitenleri. Omzuma elini koyan Terzi, “Bir şeye ihtiyacın varsa, yardımcı olalım” gibi bir cümle söyledi. Belli ki beni yanlış anlamıştı. “Aklımdaki sorulara cevap bulmaya ihtiyacım var.” dedim. Belli ki beni kafadan sıyrık biri olarak tanımlamıştı içinde. Anlaşılıyordu yüzünden. “Sor sorularını” der demez arkasını döndü ve yarım kalan işlerinin başına geçti. Benim soramadığım sorular ardında derin bir sessizlik oluştu. “Bilmez misin sen kendini evlat?” diye sorunca benim parça parça olmuş sorularım artık dilimin ucuna gelir vaziyetteydi. “Ben bilmem kendimi, kendini bilenleri de bilmem.” “Kendini bilen, kendini tam tanımış kaç insan var ki içimizde?” diye sorunca Terzi Bey’in karşısındaki adam “Niye? Ben tanıyorum, ne var bunda.” diye cevap verdi. Bunun üzerine söyleyeceğim çok şey vardı. “Şanslısınız” diyerek konuyu kapattım. Ama söyleyeceğim cümle ile aklımdakiler arasında dağlar kadar fark vardı. Yine derin bir sessizlik almıştı ortamı. Terzi Bey, muhabbete çok dahil olmuyor; köşesinde çalışmaya devam ediyordu. Yorgunluğumun dindiğini hissettim. Bu merak duygum o dükkâna girdikten sonra saçma gelmeye başlamıştı. Amacıma ulaşamamış, yalnızlığım ve sorularımla kalakalmıştım. Anadolu insanı işte, düz mantık düşünürdü bir kez daha tasdiklemiş oldum. Çünkü Terzi Bey ve karşısındaki adam düşüncelerime oldukça halk ağzını cevap verdiler.
Sıkışmıştım düşüncelerimle çokça, artık oradan ayrılmanın vakti geldiğini anlamıştım. Ayağa kalktım aniden. Yine kapıya doğru yola koyulmak üzereyken Terzi Bey, “Evlat, kendini bilmezsen, bilemezsen bile sözünü bil e mi?” diye aklıma kazınan bir cümle yükledi omuzlarıma. O kadar haklıydı ki burada, o gün bu gündür tüm müphemiyet sözlerde ve o söz sonsuza dek omuzlarımda.