Sanırım teşekkür etmesi gerekiyordu, bir sonraki adımı atabilmek ve bir kelime daha yaşayabilmek için.
Olduğu yere ve olamadığı her yere.
Hiç alamadı kalemini eline uzunca bir süre. Dokunmadı kağıtlara da, anlatamadı içinde olanı biteni.
Oysaki anlatamadığı her şey için geldiği yer, çaldığı kapı onlar değil miydi?
Ve bu sabah kedi öyle dedi, barışmadan yarın ki güneşe dokunamazsın. Ve dolunay geçmez senin pencerenden.
Alice harikalar diyarındaki tavşan da geldi. Köstekli saatini unutmuş.
Duymak isterse bunları duyardı diye duydu.
İnsan ne duymak istediğini biliyordu ne yapması gerektiğini de.
Yine de olmazlara küser, saklardı kendini.
Düştüğü yerde bıraktı kendini. Küsmek bu değil miydi aslında.
Olmasını istediğin şeyin, sana gelmesi için içindeki heyecanın
ve duyduğun o deli gibi atan isteğin gizlenme hali.
İnsan başka ne için küser de tutar ki zamanı?
Evrenin akışına, 365 günden artan o 6 saate ne diye başka kafa tutar ki?
Neyi bu kadar ister de ne diye küser başka?
İnsan istediğine mi küser yoksa istemediği halde olanlara mı?
6 saate de küser, bilmediği bir tarihe de.
Tanrının, içinde küsmekten bozulmuş hayallerini görmeyişine de küser. Sesinin evrende yankılanmayışına da küser.
En çok ilk okulda öğretmenlerinden duyduğu ‘istemek başarmanın yarsıdır ‘ sözüne küser.
Sonra, ne kadar istediğini bilmeyişine küser. Nasıl istemesi gerektiğini bilememiş olabilme ihtimaline daha çok küser.
Sonunda insan kendine küser.
Kafa tuttuğu 6 saate küser, kum saatinden akan taneciğe küser.
İnsan kendine küser.
Sabahları küsmemiş gibi yapar, öğle yemeğinde küsmeyen insan mutluluğu takar boynuna, akşam olmayan bir keyfin
kahvesini pişirir, gece kavuşamadığı iyiliğin gecesini diler.
İnsan kendine bile içinden küser.
Gecenin seyrinden saklar.
Küstükçe unutur içini, küsmemiş gibi bir için figüranı olur. İçini de içinden unutur.
Neye küstüğünü unutur, nerde küstüğünü unutur.
İnsan unuttuğunu hatırladığı gün bulur kendini.
En çok kendini kandırır, en çok kendini inandırır.
Kendini bulduğu gün 12:00 da kalmış saati takar koluna, nerede kalmıştık?
Her şey bıraktığı yerde bekler mi insanı? Bekleyecek olsa zamanın akışına ayıp etmez mi?
Ve umursamamız gereken her şeyin bıraktığımız yerde kalması mı yoksa zamanın akışın yapılan haksızlık mı?
Ya da en doğru soru “Nerede başlamıştık?”
Hangi gün başladı insanın kendine küsüşü.
Hangi sabah uyandı ve kırdı zamanı?
Uzundu her şey…
Bir metro istasyonunda yorulup, gelen boş vagona binecek gücü kalmadığında küstü insan.
Evin önünde, ıslak banka en sevdiği elbisesiyle oturduğunda küstü.
En mutlu anına alarm ile uyandığında küstü.
En sevdiği şarkıyı yarısında kapattığında küstü.
Uzundu her şey.
Bir kelime daha yaşamak için uyandı insan.
Barıştı içiyle ve bakmayı unuttuğu gökyüzü ile barıştı.
Yeni bir hayal kurdu.
Barıştı.
Teşekkür etti.
İçinden…