Belki o haziran günü marifet bir yağmur bulutunun içine gizlenmiş durmaktaydı, sırılsıklam eden ikimizi…
Belki o aralık günü marifet bir şarabın elle yapılmasıyla nüksetti geceye, kendimizden geçirip birbirimize ulaştıran bizi…
Belki göz açıp kapayıncaya kadar neredeyse 30 sene geçen ömürde marifet Allah’ındı, seneler sonra yeniden bir araya getiren iki adet taş kalbi.
Ben belki diyeyim sen kesin olduğunu anla.
Ben belki diyeyim ama sakın tesadüf sayma.
Belki de anlamalıydın birazcık, marifet bir dilekte, bir duada ve bir tutam sevgideydi. Marifet sürekli yenilenmeyen anıların üzerinden, ilk oldukları belli olsun diye lekeleri silebilmekteydi. Asıl güzellik, severken sevilebilmekteydi ama belki de bizim gibi insanlara asla nasip değildi.
Senin yanımda olmayışın, beni senden hep itti.
Duvarlarımın yerinde topraklar, güneşimin yerinde karanlık olsun şimdi.
Ve bil, tuzla buz ettim (tuzu tüketim, buzu erittim) bende kalan parfüm şişeni… Asıl maharet hoş kokulu sözler edebilmekteydi…
Korkularımın annesi sensin, peki korkularım kimden içecek sütünü? Bir de her anne doğurdu şeyi büyütür mü? Sen korkuları büyütmesen belki onun yerine, acılarını bile seven kalbim büyürdü… Şimdi ise seni tanıdığım gün ile ilgili pişmanlıklarım bir kocaman “Keşke” gölü… Ve o efsanevi göl canavarı önce yüzmez, sürünür; sonra süründürürdü… Marifet sende işte, sen hak ettin “Tüm kalbiyle seven bir kızın aşkını yok etme” ödülünü.
Yokluğunda sessizlik vardı hep sığınacak… Kim bu gece güzel bir ölümü hak edip benim yanımda duracak?
Neye üzüldüğünü söyleyememenin sesi kulakları çınlatan bir zambak çiçeği içindeki eğrilmemiş çan olacak.
Çanlar…
Zambaklar…
Eğer buraya sığamıyorsam göğe çekilmek fazla bana…
Gölgelerim…
Gelgelelim,
Belki bu nisan günü, marifet bir anda dünyanın hiç olmadığı kadar netleşmesiydi. Ölerek intikam alır insan ve yaratıldığı madde ile bir eder kendi bedenini.
Belki bu saçma günü asla yaşamamış olmak, dünya üzerindeki bütün ihtimallerin en güzeliydi…
Selin’S