DenemeEdebiyat

Kırmızıbiberler

Size anlatmak istediklerim var. Hani şehirliler der ya hayat hikayemi anlatıyorum diye. İşte benimki de öyle bir şeyler. Hayat hikayesi desem ayıba kaçar mı bilmiyorum ama hayatımın acıdığı, kaşıdıkça kanadığı anılarımı anlatacağım sizlere. Böyle kibar konuştuğuma bakmayın. Bizim köyde böyle konuşmazlar ama ben yazdıkça bu makine beni düzeltiyor. Pek de anladım sayılmaz ama neyse.

Yaşım on, on iki civarında olsa gerek. Annem ve kardeşim Mehmet ile beraber bizim evin damına uzandık. Yıldızlara bakıyorduk. Baktık baktıkça hayaller kurduk. Annem yorgundu ama ses etmezdi bize. Kızıp bağırıp haydi yatın demezdi. Kardeşim de sormaktan hiç yorulmazdı. Şehirden fazla gözükmez yıldızlar. Ama bizim damdan bir görseniz. Sanki kucağımıza doldururduk yıldızları öyle yakındalardı. Mehmet anneme biraz daha yanaşarak bir soru sordu.

-Anne bu yıldızlar kadar biberimiz yetişse ağabeyim onların hepsini pazarda satsa bizim de Halillerinki gibi evimiz olurdu. Sen her gün bu kadar yorulmazdın. O zaman daha mutlu olurduk değil mi?

Soru annemin yüreğine batmış olmalıydı. Evvel hiç ses etmedi. Bir yutkunma duyuldu gecenin sessizliğinden. Diyeceklerini toparlıyordu zannımca. Usulca başladı lafına.

-Ey benim tatlı oğlum, eli yüzü toprak oğlum. Hiç parayla mutluluk olur mu? Bak biz nasıl mutluyuz? Paramız az olsa da birbirimize ayırdığımız vaktimiz bol. O kadar biber yetiştirmek için biz geceleri damda yıldızları seyretmeye vakit bulamazdık. Öyle değil mi?

Annem okumuş insandı. Çok kitap okur bildiklerini de bize anlatırdı. Hiç boş işle uğraşmaz dinlenirken dahi elinde kitap olurdu. Onun burada yaşlanmasına gönlüm hiç elvermezdi. Ama ne gelirdi ki elimden? Kardeşim susmadı. Bir soru daha sordu anneme.

-Madem vaktimiz var birbirimizi görmek için. O zaman babamı neden hiç görmüyoruz anne?

Annemin yanında ayıp olmayacağını bilsem şimdi kalkıp bu çocuğa bir şaplak yapıştıracaktım da neyse. Annem bu kez biraz daha zor yutkundu. Belli belirsiz bir nefes aldı içine. Babamın kimseye bir şey demeden çekip gidişi aklına gelmiş olmalıydı. Bir elimden tutuyordu. Toprak yolun başındaydık. Öylece gitti babam. Hiçbir şey demeden. Kundaktaki kardeşimi dahi öpmeden. Çocukluğumu hayal meyal hatırlardım da babamın ardından annemin günlerce ağladığını hiç unutmam. Gözümden hiç silinmez. Küçüktüm hiçbir şey edemedim. Ama Mehmet bilmez işte. O daha küçüktü. Aklı ermezdi. Annem babamın işinin çok olduğunu söylemekle yetindi. Daha da ne diyebilirdi ki? Başka bir ailesi var bizi bıraktı gitti mi diyecekti sanki. Annem konuşmayı da iyi bilirdi. Komşularla iyi geçinir. Herkes ile anlaşırdı. O yüzden anlamazdım babamın gidişini. Pek de sormadım. O bizi sormuyorsa benim de onu sormama ne hacetti.

O sene Mehmet’in duası mı kabul olundu bilinmez. Biberlerimiz çokça oldu. Pazarlara çıktık. Şehrin pazarına kadar satmaya gittik. Bir ara aklıma düştü. Şuradan birine babamı sorsam tanır mı diye merak ettim. Sonra kızdım kendime. Annem vardı benim. Ne gerek vardı kabuk bağlayan yaramı kanatmaya. Kimseye de ses etmezdim bu yaramdan. Sanki hiç yara almamışım gibi çocukluğumdan öylece unutmuş gibi yapardım. Oysa köyde hangi çocuk “Baba” diye bağırsa içimde kopan fırtınaları anlatamazdım. Yutkunurdum. O sene biraz paramız birikti. Annem bize pazardan yeni giysiler aldı. Kendininkiler de eskimişti. Ama ihtiyaç değil dedi. Israrlarımıza rağmen geçiştirdi. O gün Mehmet pek mutlu pek usluydu. O mutlu olunca ben de mutlu oldum. Annem o gün kendine sadece bir kitap almıştı. Kitaba daha yolda okumaya başladı. Çocuklar gibi şendi elindeki kitapla. Onun şehirdeki okullarda öğretmen olmasını ne isterdim. Biz de onun öğretmen olduğu okulda okurduk. Ama hayal işte yine yutkundum, geçti.

Yıllar geçti, her sene paramız biraz daha birikti. Askerliğimi de yapıp gelince kendime ayrı bir tarla aldım. Daha çok ekip para biriktirecektim. Düğün yapmaya para lazımdı. O sene salçalık kırmızıbiber fideleri yetiştirdik. Allah verdi, bol oldu hasılatımız. Ancak bir gün annemin yanında otururken komşulardan biri geldi kapıya. Buyur ettik.

-Komşu, kaç gündür desem mi demesem mi bilemedim ama. Dayanamadım geldim. Sizin bahçeye bir hırsız dadandı. İhtiyaç sahibi olsa gerek halinden de öyle anlaşılıyor. Çuvalla geliyor. Toplayıp gidiyor. Bahçe büyük olunca fark etmemiş olabilirsiniz.

Annem de ben de şaşırmıştık. Gelip isteseydi vermeyecek insanlar da değildik. Bir bekçi tuttuk bahçeye yakalasın da bir soralım hali nicedir diye. Ertesi gün yakalanmış bekçiye. İyi hırsız olmadığından mı yoksa yaşlılığından mı bilinmez. Mehmet bir koluna girmiş bekçi diğer koluna sürükleye sürükleye getirmişler. Elinde bir çuval içini yarısına kadar doldurabilmiş. Üzerinde dizleri eskimiş pantolon ve rengi atmış bir gömlek. Ayakkabısı çamurdan gözükmüyor. Ama yüzü utançtan yere bakıyor. Ama yüzü, diyor hafızam. Bu yüz, derken hafızam arkamdan annemin sesini duydum.

-Sadık!

Bazı hayat hikayeleri yaşananlar değildir. Yaşarken canını acıtanlardır. Benim hikayem acılarım, kaşıdıkça kanayan yaralarım.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Maşallah tebrik ediyorum Kevser kızımızı okurken çok duygulandım Tüylerim diken diken oldu �nşallah devamı gelir yolu açık olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu