İlk Maceram

Macera dedim çünkü maceracılar serüvenlerinde karşılarına ne çıkacağını bilmeden bir yola koyulurlar. Birtakım süreçler geçirirler, birtakım sıkıntılarla karşılaşırlar. Ancak bunlarla karşılaştıklarında da ne yapacaklarını bilmezler. Biliyor olsalardı yaşadıklarına macera denmezdi diye düşünüyorum. Ben de çok bilinmeyenli bir denklemin içine öylece kendini bırakan bir maceracıydım. Dedim ki düşelim bakalım bu yola. Mevla’m karşımız neler çıkara. Şimdi kafiyeli olsun diye böyle söyledim gibi duruyor. Ancak aslına bakacak olursak büsbütün öyle oldu. Ben yola düştüm ve karşıma tanımadığım, bilmediğim onca şey çıktı. Bunlar en başta ve kabaca tarif edersem bir kitabın kitap diye anılabilmesi için gerekli prosedürlerdi. İşte genellikle bir kitabı elimize aldığımızda hiç dikkatimizi celp etmeyen ISBN numarası olsun bandrol olsun. Ben bunları nasıl alındığını bilmeyi geçtim, kitap üzerinde neden olması gerektiklerini dâhi bilmiyordum o yaşta. Kendisine sonsuz teşekkürler ettiğim edebiyat öğretmenim sağ olsun onun sayesinde nasıl ISBN ve bandrol alındığını öğrendim. Bunlar o yaştaki bir öğrenci ve amatör bir yazarcık için gökyüzünde başıboş dolanan hayal bulutlarında dâhi yer alamayacak vukuatlardandı. Bandrol için başvururken aslında öğretmenim beş yaşındaki bir çocuğa anlatırcasına anlatıyordu her şeyi. Ancak ben o kadar bilgisizdim ki sadece bana sorduğu soruları cevaplayıp uzaktan seyrediyordum. Öğretmenim her gün sabah derse başlamadan beni öğretmenler odasına çağırıp “Haydi bir daha bakalım. Ne kadar ilerlemişiz? Ne kadar işimiz kalmış?” diye gayret içerisindeydi. Ben her şeye başını sallamakla yetinen, bir yola koyuldum ama haydi hayırlısı modunda lise birinci sınıf öğrencisiydim. Bu sıralarda şundan bahsetmek isterim. O zamanlar ben bir akrabamı bayramda seyranda arayıp konuşmaya çekinen biriydim. Bir anda Ankara’yı İstanbul’u arayıp kitabımın basımı hakkında boyumun yetişemeyeceği mevkilerle konuşmalar yapar olmuştum. Bir anımı araya sıkıştırayım. Bizim okulumuzda telefonlarımızı koymamız için yaptırılmış bir dolap vardı. Derse başlamadan telefonlarımızı sessize alıp oraya koyuyorduk. Ne cesaretse telefonumun sesini sonuna kadar açtım. Ders İngilizce, öğretmenimiz sınıfa bir miktar sinirli girdi. Ben kısaca önemli bir telefon beklediğimin açıklamasını yaptım. Ama sanırım kendinden beni duymadı ve telefonum tam dersin ortasında gürültüyle çaldı. (Sessiz sakin bir öğrenciyken utanç verici bir durumdu.) Başım eğik bir şekilde öğretmenimin kızgın bakışları altında telefonumu alıp sınıftan çıktım. İçeridekiler bana gülerken kimse o an kitabımın basıldığı haberini aldığımı bilmiyordu. Okulun koridor kameraları şahitti mutluluğuma, havalara zıplamama. Sınıftan çıkarken rezil olmam anlamsızlaşmıştı yaşadığım mutluluğun yanında. O yüzden geri sınıfıma girdiğimde ne bana bakan sinirli yüzü ne de bana gülen yüzleri umursamadım. Çünkü ben uzun, yorucu ve boyumdan büyük bir işin altından kalkmıştım. Tam o anda her şeyi hallettim diye düşünmüştüm ki daha yolculuğumun en başındaymışım. Nereden bilebilirdim ki?
İlk zamanlar insanların beni tanımasıyla başladık. Başladık diyorum çünkü sadece onlar beni değil onların sorduğu sorular ile ben de kendimi tanıdım. Onların bana sorduğu soruları kendime hiç sormamıştım ki. İlçemizde okullar arasında bir yarışma yapılıyordu. Bir milyon kitap okumak amaçlı bir yarışmaydı. Kitaplar okunuyor bu kitaplar hakkında sorular soruluyordu. Bu süreçte benim kısmım sadece söyleşi yapmaktı. Önce kendime bir konuşma ayarladım, acemice. Sonra buradaki üç okulda söyleşi yaptım. Soruları yanıtlayıp imza attım. Gazete başlıkları “EN GENÇ YAZAR” diye atılmıştı. Acemiydim fazlaca fakat gurur vericiydi. Tabii bu süreçte çokça hata yaptım. Kitabımın kurgusunu yazım aşamasında tamamlamak gibi. Kelime hatalarım olmuştur muhakkak. Kitabımın basımında yaptığım en büyük hata araştırmamaktı. Böyle bir düşüncesi olanlar varsa acizane tavsiyem, çok fazla araştırma yapmaları. Ailem her zaman destekçimdi. Yazmak fiilini hayatıma geçirmeden önce dâhi. Şunu hiç unutmuyorum. Ben geceleri yazıyordum. Babam yanıma uğrayıp sen yaz ben bastıracağım diyordu. Ne yazıyorsun gece gece? Vesaire demiyordu. Bana cesaret veriyordu bir cümle ile de olsa. Annem benim editörüm. Ne yazarsam ilk ona okuyorum. O da şurasını değiştirmelisin gibi cümlelerle bana yön veriyor. İkisine de çok çok teşekkür ediyorum, ömür boyu.
Kitabımın adı “MUTLULUĞUN OLAYIM” İsmini son cümlesinden alıyor. “Sen benim mutluluğumsun. İzin ver. Ben de senin mutluluğun olayım.” Konusu ise, mutluluğunu kaybetmiş bir kızın gerçek mutluluğun mutlu etmek olduğunu öğrenmesidir. Çok fazla mutluluk demişken bana en çok sorulan bir soru ile bitirmek istiyorum. Kitabınızda kendi yaşantınızdan bir şey var mı? Denildi hep bana. Kendi yaşadığım, yaşatmak istediğim ve eğer herkes yaşarsa tüm sorunların çözüm bulacağına inandığım bir şeyi ekledim kitabıma, ilk kitabıma.
MUTLULUK RÜZGARINI SEN ÜFLE Kİ MUTLULUK FIRTINASINA YAKALANASIN!
Okurken o acemi heyecanını hissetmek çok güzeldi. Tarih boyundan büyük maceralara çıkanları yazar her zaman. Nice kitaplarda adını görmek dileği ile. En kısa zamanda alıp okumak istiyorum 🌹
Yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. İnşallah ♡
Seninle hep gurur duyacağım 💕 senden bunu ne kadar dinlesemde sıkılmam biliyorum, ilk bana anlattığın o günü hiç unutamıyorum, hala heyecanla dinliyorum gibi hissettim. Şimdi burada okudum ya, beraber başladığımız bu yolda beraberce dergiye başvurmamız ve nasip olursa beraber atacak çok adımımız var, aklıma geldikçe mutlu oluyorum. Hep yanındayım ilham arkadaşım, dava adaşım 🖤🤭
İnşallah beraber nice adımlar atacağız. Yanımda olman bana güç veriyor. Ben de daima senin yanındayım arkadaşım 😊💜