
İnsan bazen içindeki duygulara tam hakim olamıyor. İstemeden bazı şeyler hissediyor. Hani olur ya bazen orada olmamanız gerekiyor gibi hissediyorsunuz ama tek bir kelam dahi çıkmıyor ağızınızdan ya da size karşı söylenen sözler bir yumru gibi kalıyor boğazınızda ama o kocaman lokmayı yutuveriyorsunuz. Oluyor böyle şeyler. “Neden buradayım?” dedirtiyor insana hayat. Sahi neden buradayım? Vakti gelmiş iken bende sorayım kendime.
Neden mi buradayım? Çünkü bunu istedim, bu olmak istedim, hep hayalini kurdum, rüyalarıma konu ettim ben buraları. Peki şimdi mutlu muyum? Değilim galiba. Merdivenleri aşarken tepenin bu kadar yalnız ya da bu denli soğuk olacağını tahmin etmedim. Sağa sola bakınıyorum, bir sürü tepecik. Ne güzel, demek ki tek hayali olan ben değilmişim. Bir sürüyüz, kalabalığız ama sanki yalnızız. Tepenin ayazı üşütüyor bir süre sonra, hasta oluyoruz. Soldakinin şifası bende, benim şifam sağımdakinde ama uzağız birbirimize. Birinin o zorla ,kah ağlayarak kah gülerek çıktığımız yolları inip getirmesi lazım. Kimse kıpırdamıyor. Rüzgar dahi bizi dinliyor. Güneş tepede izliyor ama yalandan, arada bir dönüyor yüzünü aynı halde olduğumuzu görünce sıkkın biçimde dönüyor arkasını yine. Bulutlar fısıldaşıyor adeta, belli dedikodumuz dönüyor. Solumdakinin hoşuna gidiyor konuşulmak, sağımda ki ise kaygılı belli çatmış kaşlarını süzüyor inceden bulutları. Neye kaygılı olduğu da bariz belli “ Bizden kötü mü bahsediyorlar acaba?”. Hepsi iyi konuşacak değil ya illa vardır kötü konuşanı. Aşağıdaki ağaçlar sanki başka canlılarla birlikte olmak istercesine savuruyor yapraklarını el sallar gibi. Gözükmek istiyorlar bize belli. Ama çıktığın yollara dönüp bakmazsan gözükmüyorlar ki. Tepenin köşesine oturuyorum, ayaklarımı sarkıtıp bir iki sallıyorum kendimi eğlendirmek adına. Tatlı tebessümüm yerini alıyor. Aşağıya atlamak düşüncesi geçmiyor der isem yalan söylemiş olurum. Bu zorlu çıkışın inişi bu denli kolay olması emeklerimin kalbini kırıyor. Ama içimden bir şey böyle ufacık bir şey geldiğimiz yere hasretle bakıyor. Bakıyor, bakıyor, bakıyor. Aramızın haylazı olan cesaret hemencecik fitilini ateşliyor ve birazcık daha ucuna doğru kayıyorum tepenin. Manzara beni o kadar büyülüyor ki anlatamam, bilindik ve özlediğim bir tat hissediyorum ağızımda. Sağdaki dikkatimi çekiyor. Hareketlerimi süzüyor, göz göze gelince cesaretimin ateşine bir odun daha atıyor bakışları. Soldakinin de bir farkı yok, atlamamı bekliyorlar sanki. Cesaret artık benden bağımsızlaşmışçasına beni arkamdan iteliyor. Ve düşüyorum.
Acıtması gereken yer adeta bir saç okşaması kadar huzurlu geliyor. Düştüğüm o kocaman tepeye dönüyorum. Bir de ne göreyim bunca zamandır üstünde ayazını çektiğim, yalnızlaştığım o tepe benim değilmiş ki. Benim hayalim dahi değilmiş. Sonra düşünüyorum geçmişi, yaşadıklarımı, tecrübelerimi her ne derseniz. Sonra fark ediyorum ki ben yolumu şaşmışta başkasının hayaline tırmanıvermişim ve bunca zamandır da orda durmuşum. Çıktığım yolun uzunluğu, yoruculuğu, zorluğuna değil de bunca zamandır benim olmayan bir benlikle yaşadığıma üzüldüm. Üzüntüm bir hırsız misali bıçağı boğazıma dayadı nefesimi çalmayı bekliyor adeta. Aklım kızgın bana, ayaklarım sinirli, ellerim hele o ellerim yolları çıkar iken harap ettiğim o ellerim adeta küs bana. Ama kalbim öyle değil hala bebek kokan ev gibi huzurlu. “ Sıra senin hayalin de.” diyor bana, duyuyorum. Ayaklarım ve ellerim kalbime itaat ediyor ve bana yardımcı oluyor.
Evet yeniden başlıyorum bu yola belki daha zorlu belki daha acı verici ama bu sefer ki benim yolum. Bunu biliyorum. İşte bu sefer ben benliğimi hissediyorum. Merak duygum hislerini saklayamayacak kadar heyecanlı. Sağdaki ve soldaki eğer beni duyuyorsan ve kendini oraya ait hissetmiyorsan kurtul yüklerinden ve in o tepeden, bak bakalım o hayal senin mi eğer senin ise yolunu zaten sen açtın o tepenin çıkarsın yine yukarı ama senin değilse yenisi yaparsın. Sadece tepede sıkılma diye söylüyorum bir dost tavsiyesi.
Hislerime ayna tutulmuş gibi hissediyorum.
Ne mutlu benim için. 🙂