
Her okul çıkışı mezarlığa giderdim. Selamun aleyküm diye girerdim rütbece hepsi benden büyük olan bu aziz insanların arasına. Hoş geldin abla diye ayağıma sarılan çocukların ruhlarını hissederdim. Beni görmeye alışmış yaşlı teyzeler tebessüm ederlerdi. Bu da bizim kızımız diye överlerdi diğerlerine karşı beni, dedelerim. Köpeklerden korkmama rağmen o köyümüzün en uzağındaki ıssız mezarlığa, tek başıma giderdim. Yaşamayı kabullenecek kadar korkak değildim, tek başıma ölümle arkadaş olacak kadar cesurdum. Acziyetimi bir ben, bir Allah birde ölüler bilirdi. Gülümsemesi eksik olmayan yüzümün, ağlamaktan kızardığını, dimdik hayata karşı duran omuzlarımın, bir bebek mezarında titreyişine şahit olurdu çam ağaçları. Ölümü yakıştıramadığım bebek mezarlarının arasından geçerek hiç görmediğim büyük büyük dedelerime, gencecik yaşta vefat eden sıra arkadaşıma, çoğu toprağın altına girmiş akrabalarıma bol bol dua ederdim. Akraba ziyaretiydi benimkisi, belki anneme bile anlatamadığım şeyleri, hiç görmediğim dedeme anlatmak daha kolaydı. Ağlayarak, özlemle anlatılan okul anılarını, toprakları çiçeklerle süslenmiş sıra arkadaşıma anlatmak daha rahatlatıcıydı. Görmediğim ruhların etrafımı çepeçevre sarıp bana sarıldıklarını düşünmek, korkunç değil bilakis daha huzur vericiydi. Zira daha önce kimseye sarılmadım. Köpek sesi duyduğumda korkuyla soğuk mezar taşına sarılmak belki sevmediğim insanlarla yaşamaktan daha cesurcaydı. Kollarım ağrıyana kadar hepsine ayrı ayrı bir kova su dökerdim, hafta sonları imkan buldukça güller dikerdim. Anneme ise arkadaşlarımla buluşacağım derdim. Hakikaten onlar benim arkadaşımdı. Bir ölünün halinden ancak bir ölü anlardı çünkü. Dünyanın kendisi yalandı, benim anneme söylediğim yalan sayılmazdı hem. İlk şiirimi onlara okumuştum, diğer şiirlerimi de… Beğendiniz mi diye sorduğumda çatallaşan sesimle, bir sessizlik olurdu. Bilirdim ki beğendiler çünkü “Sükût ikrardandır,” derdi rahmetli dedem. Birde şehidimiz vardı kabristanda, onun yanına gitmeyi düşündüğüm andan itibaren bir huzur kaplardı içimi, gülümseyerek döktüğüm gözyaşlarını toprağa hediye ederek, usulca şehidimin yanına giderdim . Askerlik anılarını dinlerdim rüzgarlardan, sessizce dinlerdi tüm kabristanlık. Ve bitince anlatması kahramanlıklarını, ağaçlar yapraklarıyla, kuşlar cıvıltılarıyla, ölüler sallanan renk renk çiçekleriyle alkışlardı. Ben de bir asker selamı yapar, hiç görmediğim bu askerin mezar taşındaki resmini öperdim. Üşüyen ruhumun soğukluğundan mı? Mezar taşının soğukluğundan mı bilinmez, ürperirdim. Vatanın kokusunu alırdım bu şehidin mezarında. Ağlamamak için sıktığım çenemi askerin yanından uzaklaşınca bırakıverirdim. Göz yaşlarımı saklamak için hızlı hızlı adımlar ile uzaklaşırdım oradan, gücüm bitince köyümüzün delisinin kabrinin başına çöküverirdim, helallik isterdim. Mahallenin çocuklarına kanıp, sinir ettiğim günler için saatlerce helallik isterdim. Çocukken bana şeker veren bakkalın kabrinin yanından geçerken, hala ona olan borcumuzu ödememişiz gibi, babamın yerine başımı öne eğerek geçerdim. Giderken sessizce yaşayanların arasına, ayağıma takılırdı küçük çocuk ruhları, abla biraz daha kal, gitme deyişlerini, bebeklerin ağlayışlarını duyardım sanki. Üzülmeyin geleceğim yanınıza, çok yakında geleceğim, derdim Yasin’i şerif okumaktan aşınmış dudaklarımla. Ama seneler geçti hala aranıza gelemedim. Eve gelince annem toprak kokuyorsun sen derdi. Geç kaldığım için kızardı biraz da. İçimden “Anne topraktan yaratıldık, hangimiz toprak kokmuyoruz ki? Sadece biz yaşayanların üzerine dünyanın kokusu sinmiş bu kadar. Bu kokudan sıyrılmak gerek değil mi? En iyisi… Ayrıca ben eve değil ölüme geç kaldım” derdim. Annem beni hiç bir zaman duymazdı. Akrabalarımın çoğu ben doğmadan ölmüşlerdi ya da çocukluğumun baharında kaybetmiştim. Onların ölümü ile çocukluğumda ölmüştü sanki. Ama inanıyorum ki bir dedenin hiç görmediği torunu onun için dua ediyorsa, çiçeklerini suluyor, günahları bağışlansın diye gözyaşı döküyorsa vefa ölmemiştir. Dünya önemli değil benim için, zaten kabrinin başında dua ettiğim kişileri de dünyada iken hiç görmedim. Merak ediyorum acaba beni de öldükten sonra biri bu kadar sevebilir mi?
Kağıtlara yazmak da aynı ölülere anlatmak gibi, seni görmeyen birine derdini açmak gibi. Sessiz olsa da iyi olduğunu biliyorsun tıpkı toprağın altındakiler gibi. Birde dert anlatınca kimse tepki vermiyor ya, tıpkı ölüler gibi. Bende hep ölümle konuşmaya çalışan, buna alışan bir kız gibi hiç yadırgayamadım bu halimi. Sadece özlüyorum ölmüşlerimi, merak etmiştir beni ölen çocuk bedenleri. Telaşlanmışlardır kemikten ibaret kalan dedelerim. “En çok da toprağa kızgınım ve en çok toprağı kıskanırım.” Korona bitsin ilk işim sizi ziyaret etmek olacak, ey bu dünyada beni gerçekten seven ölüler diyarı…