
Merhaba Rengârenk Dergisi okurları;
19 Mayıs yazımız öncesi ufak bir karalama yaptık, konumuz hayat bilgisi.
Hayat dediğimiz şey nedir? Ya da neydi? İpucu verelim mi?
Özgürlüğe koşmak mı?
Kuytu bir köşede birileri için gözyaşı dökmek mi?
Bir futbol takımı ya da amatör branş uğruna binlerce kilometre yol gitmek mi?
Ev ya da otomobil alıp rahat bir yaşam sürmek istemek mi? Değil mi?
Çocuklar yapıp, çocuklarımızı bir “At yarışı” misali koşturmak mı? Tutmadı mı yine?
Hayvanları sevmek mi? Peki ya ne kadar sevebildik dilsiz kulları?
Kendimiz için çabalamak mı? Yoksa kendimizden sonra gelenler için mi? Tıpkı Atatürk’ün söylediği gibi?
İnsanlara yardım etmek mi? EVET! Bu sefer tutmuş olmalı?
Hayat; bir değerler bütünü olabilir mi? Elbette…
Kimimiz ailemizden birilerini kaybederken kimimiz ailemize yeni katılan mini minicik üyeleri “Şefkatli” kolları arasına alır. Kimimiz dostlarımızı kaybederiz, kimimiz yeni dostluklara yelken açarız. Kimimiz biz özgürlüğe koşalım diye evlatlarını toprağa bağışlarken, kimimiz biz özgürlüğe koşmaya devam edelim diye evlatlarının ellerini kınalar.
Her bir insan, elbet bu dünyadan ayrılacak. Tek yapmamız gereken ayrılmadan önce geriye dönüp baktığımızda, bıraktıklarımızı rahatça izleyebilmek mi? Sahiden, hiç ölümü düşünüyor muyuz? 1998’de kaybettiğimiz büyükelçimiz Kuneralp’e göre “Freund Hein”, yani ölüm, “Hayatın tüm cazibesi”dir. Freund Hein olmasaydı hayat olmazdı, hayatın anlamı olmazdı, ihtiyarı yalnızlıktan ve sakatlıktan kurtaran olmazdı. Belki de bizi hiç beklemediğimiz bir anda, “hayatımızın baharında” yakalayabilirdi. Peki “Freund Hein” kapımızı çaldığı vakit, kendisini güler yüzle karşılayabilmek için nasıl bir hayat yaşamamız gerekiyordu? Ya ihtiyarlıkta yalnız değilsek? Peki yalnızsak? Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi, “Tek başına” mı yaşanır “Freund Hein “? Kahraman oyuncumuz John Reese* “In the end, we’re all alone and no one is coming to save you.” derken haklı olabilir miydi?
Kimisi kısa kimisi uzun olsa da hayat; karşılık beklemeden insanlara yardım edebilmektir, hayvanları sevebilmektir, “Güçsüzü” korumaktır, doğrunun yanında olabilmektir, aleyhimize dahi olsa “Dürüst” kalabilmektir, kimseyi aldatmamaktır, büyük insan olmaya çabalamaktır, bugünün insanı olmaya uğraşanların aksine yarının insanı olmaya uğraşmaktır ve her şeyden önemlisi, geride “İz” bırakabilmektir. Bıraktığımız izlerden tek bir kişi dahi esinlenirse, işte o zaman hayat bir anlam ifade etmektedir. Gazi Mustafa Kemal’imiz; Tevfik Fikret, Abdülhak Hamit Tarhan ve Namık Kemal gibi isimlerden etkilenirken bizi nasıl etkilemişti? Ya da biz kendisinden ilham alabilmiş miydik?
Bir diğer kahramanımız Miss Root* bunu çok güzel açıklamış:
– Everybody dies alone but if you meant something to someone, if you helped someone or loved someone, if even a single person remembers you, then maybe you never really die.
Evet, hayat denen şey budur. Hayat denen şey, insanın geldiği gibi gitmesidir, hiçbir şeyi “götürmeden”. Ama giderken de tarihe bir nokta bırakabilmektir, birileri için bir anlam ifade edebilmektir.
7.8 milyar insanın yaşadığı bir dünyada bu listeyi sonsuza kadar uzatmak mümkündür. Keşke bu kadar insan hep birlikte “Barış” içinde yaşayabilseydi, keşke bir insan dahi “Aç” kalmasaydı, keşke sokakta bir “Evsiz” görmeseydik, keşke bu hayat bir “Bayram” olsaydı, lakin tüm bunların önüne, sıkı sıkıya bir set çekiyordu insanoğlu…
Gözle göremediğimiz bir virüsün özgürlüğümüze pranga çekip adeta ket vurduğu bu günleri de atlatacağımızdan ve tekrar güneşli günleri göreceğimizden şüphemiz yok. Zorunlu olmadığı müddetçe evde kalarak, özgürlüğümüzün şerefine yazacağımız nice yazılara…
*John Reese ve Root karakterleri Person of Interest adlı diziye ait olup, replikler bu diziye aittir.
Zeki Kuneralp’in Freund Hein’ı için bkz: Kuneralp, Z., “Sadece Diplomat“, (İstanbul: İSİS, 1999), 167-168.
Fotoğraf “uplifers.com” adlı siteden alınmıştır.
İnce düşünülerek hazırlanmış bir yazı. Çok dogru söylediniz. Yazarın ellerine sağlık.