DenemeEdebiyat

Bir Kaşık, Bir Kepçe

Bir kaşık sanat, bir kaşık matematik, bir kaşık fizik, kimya, biyoloji.

Ama bir kepçe felsefe, en çok da ilmin tuzu olmalı çorbada. Olmalı ki yavan kalmasın tadı. Bir içen bir daha gelsin o sanayideki küçümsenen esnaf lokantasına. Öyle ki en değerli tat orada, en güler yüz orada, en koyu, en samimi sohbet orada. Çünkü gönüller adisyonların kabarttığı duvarlarla tıkanmamış, açık. Kürkünüz yemiyor yani çorbayı hakikaten midenize gidiyor. Giderken de iz bırakıyor içinizde aşçının hisleri, emeği.

Dışarıda hava soğuk , her biri kendine müstesna kar taneleri nazlı, edalı süzülüyor gökyüzünde. “Tutsa da doya doya tadını çıkarsak.” diye geçiriyorsun içinden. Ahhh! Bir de mikroplar kırılsa şu mikroplar. Soba var tam karşında kestane pişiriyorlar üzerinde, kokusu seni arıların nektar aldığı kestane bahçelerinde gezdiriyor. Çorbanın üzerine bir de tavşan kanı çay ohh! Sohbetini çayınla tatlandırırken uyumadan önce annenin anlattığı masalın huzurunda buluyorsun kendini. Haksız yere hüküm giyen bir mahkum tarafından kahverengi boncuklardan yapılmış kapı süsü, derdini, kederini, çaresizliğini işlemiş boncuklara, her şıngırdadığında kafanı kaldırıp bakıyorsun istemsiz. İçeriye üşüdüğünden telaşlı telaşlı ellerini ovuşturarak giren herkes ayrı bir tebessüm, ayrı bir hikaye, bambaşka bir tecrübe.

Bu betimin neresindesin?

Neresinde olmak isterdin? Ben tam göz bebeğinde ayırttım yerimi. Her yere, herkese eşit mesafe  kayırmak yok, ayırmak hele hiç yok!

Etrafımda olup bitenleri anlamak için bilimin her dalına ihtiyacım var. Psikoloji bilmesem ustabaşının beden dilinden küçük kızının dün gece rahatsızlandığını ama evladının başında beklemek varken işe gelmek zorunda kaldığını anlayamam. Kimya bilmesem çorbanın yanında servis edilen “sirke de neymiş?” derim. Biyoloji bilmesem dışarıdan içeriye telaşla giren herkesin ellerinin neden kızardığını bilemem. Ya matematik bilmese mesela usta, çorbayı bir kaşık fazla kaçırırsa, hepimiz aynı ücreti öderken, nasıl bir vebal yükler üzerine? Felsefe bilmesem eğer (ki ne yazık!) ruhumun benden ayrı gezdiği günlük rutinime inat neden şimdi gelip de yan iskemleye oturduğunu anlayamam.

Şayet pozitif bilimlerin hepsi hayatımı en empatik ve adil bir şekilde yaşayabilmem için bir araç, felsefe ise göğsümü dolduran nefestir. “Edebiyat yapma, felsefe yapma bana.” diyenlere inat göğsümü iyice doldurarak alacağım ki o nefesi cevabımı gülümseyerek varlığının idrakine varamamış suratlarına bir tokat gibi çarpabileyim.

Hayat; işte o küçük esnaf lokantası gibidir, samimi ve sade tabi içinde nefes almasını bilene!

Soru sormayı ve cevaplar aramayı yaşamak sayabilene!

Ama en çok aradığı cevapları bulamayışının lokanta sınırları içinde  olduğundan mümkün olamayacağının idrakine varabilene.

Çünkü sorularının boyutu lokantanın boyutunu naneli sakız gibi çiğnemektedir. Duyum ve algı meselesi yani biraz. Yolculuğumuzun içindeki bir kervansaray işte o lokanta. Uğra, konakla, gör, sor ve anla(!) diye. Şimdi sen kervansarayın dışına çıkmak için insanın temel gayesi olan bütünü görüp mana üretmekten müsterih olan, şahane tasarlanmış hırkada yalnızca düğmenin dikiş için açılan deliklerini gören, bugün adına da uzmanlık denilen zehirli bir kuyuyu mu tercih edeceksin yoksa; şu an günümüz teknolojisiyle bile kullanmaya cesaret edemediğimiz aklı kullanan, sormaya korktuğumuz soruları soran antik dönem insanlarının yöntemini mi tercih edeceksin?

Akıl senin, irade senin, seçim senin. E karar da senin.

Öyleyse yaşadıklarının ve yaşamadıklarının her bir tercihinin sonucu olduğunun idrakine varıp çocuk gibi mızmızlanmak yerine tercihlerinin sonuçlarına katlanacak kadar cesur ve sözünün eri olmalısın!

Aksi halde oldukça komik göründüğünü bilmelisin!

İlgili Makaleler

3 Yorum

  1. sanatın elbette bin bir türlüsü var fakat ben sade olandan yanayım, sizin diliniz pek sade gelmedi bana göre. bu demek değilsinizdir kötü lakin anlaşılması zor olduğunuz kesin. eğer ‘entel’ ve ‘elitlerden’ ziyade gerçekten insanların, halkın, esnafın, öğrencinin, aşçının, polisin… okumasını istiyorsanız sadeleşmenizi öneririm. öteki türlü ne sesinizi duyar birileri ne de sanat onaylar bir tavırla kafa sallar dediklerinize.

  2. İbrahim Bey “Sadelik bilgeliktir” şeklinde yorumladım sözlerinizi yanlış anladıysam düzeltelim. Fakat ben bu metni okuduğumda bana çok sade geliyor düşünceler, duygular saptırılmadan, düşünüldüğü halde aktarılmaya çalışılmış. Görüyorum ki sözcükler hep günlük yaşantımızdan ; hatta belki de düşünce dilimiz bu. Yorumunuzu dikkatle okudum. Bu yapıcı eleştiriyi eyleme dökmek isteyen bir birey size göre ne yapmalıdır?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu