Bir kitap düşünün; olası geleceklerin en olası olanını. Mükemmel bir üslup ve akıcılıkla, fazla cümle kullanmadan, zihninizi yormadan ve sizi arada durdurup ‘acaba’ diye düşündürecek bir kitap. İşte şu anda o kitaba ait bir inceleme okumaktasınız . Şimdiye kadar pek bir bilim kurgu okumuşluğum yok ama Margaret Atwood’un da dediği gibi; Fahrenheit 451, şimdiye kadar yazılmış en iyi bilimkurgu kitabı.
Kitabın sunuş kısmında şöyle diyor, yazar Neil Gaiman: “Bu bir uyarı kitabıdır. Sahip olduğumuz şeylerin değerli olduğunu ve değer verdiğimiz şeylerin kıymetini bilmediğimizi hatırlatır.” Aslında kitabın teması bunun üzerine kurulmuş ve güzel bir şekilde kurgulanmış. Yazarımız kitabını 1950’lerde imkanların kısıtlı olduğu dönemlerde kütüphanede daktilo kullanarak yazıyor ve kitaba yine Neil Gaiman deyişiyle “Bu böyle sürerse.. Artık kimse kitap okumayacak.” diyerek başlıyor. Bu sözü de kitabı okudukça, derinlerine indikçe o kadar iyi şekilde anlıyoruz. Biraz da 70 sene öncesinden bugünlerin geleceğini hissederek yazmış diyorsunuz.
“Ne anlama geliyor Fahrenheit 451?” diyerek kitabın kapağını aralayıp onun kitap kağıdının yanma sıcaklığı olduğunu öğrendiğinizde kafanızda soru işaretleriyle okumaya başlıyorsunuz. 1952 de yazılan bu eser güzel bir kurguyla ele alınmış bir distopya desek yanlış olmaz. Sevdiğiniz yazarların kelimeleriyle hayat bulduğunuz dakikaların elinizden alındığını, şiirlerin ahenkli tınısının olmadığı, gerçekliğin kurguyla örülmediği, hayallerinizin yağmalandığı, kitapların var olmadığı ve var olmasına izin verilmediği bir distopya. Ancak işin üzücü yanı günümüzden belki de 50 yıl sonra distopya olmaktan çıkacak olması.
Yanmayan evlerin, mekanik tazıların, adına böcek denilen son sürat araçların ve itfaiyecilerin hala görev yaptıkları bir dünya oluşturulmuş. Ancak bu hikayede itfaiyeciler yangın söndürmek için değil, yangın çıkartmak için varlar. Devletin bir kolu olan itfaiyeciler gece-gündüz demeden ülkede ellerine geçen tüm kitapları yakıyorlar! Diktatör bir devlet rejimi aklınıza gelmesin. Çünkü okumayı sürdürdükçe maalesef bunun halkın kararı olduğunu da hissediyorsunuz.
Bradbury sinema, televizyon, bilgisayar veya sizi okumaktan soyutlayan her ne ise bunları 70 yıl önceden öngörmüş gibi. Şu an kitap yakan itfaiyeciler yok belki ama kaçımız kitap okuyoruz? Kaç kişi inandığı dinin kutsal kitabını anlayarak okudu? Kaç kişi dizi izlemenin kaygısızlığı ve rahatlığı dururken kitap okumayı, hayaller kurmayı hatta rahatsız edici de olsa idrak ederek sorunlarla yüzleşmeyi tercih etti? Kaç kişi suya sabuna dokunmayan havadan sudan konuşmalarla bezeli, bayağı aşklarla örülü, Türkçe’nin katledildiği, okuyucusunu düşünme zahmetinden kurtaran popüler kültürün eserlerine kitap okuma sevdası adı altında yenik düştü? Ve kaçımız bu sayılanların içerisinde yer aldık?
Acaba kitapların olmadığı bir dünya mı distopyadır yoksa var olan kitapların yok sayıldığı bir dünya mı ?
Kalemine sağlık en az kitap kadar senin anlatımında etkileyici olmuş. Okuduğum bir kitap olarak söylüyorum böyle güzel anlatamazdım. O kitabı yazan mükemmel kalemler ve sizin gibi bu mükemmelliği anlatan güçlü yazarlar sayesinde, gelecekten ümidim kesilmiyor. Kaleminiz güçlü, kalbiniz müsterih olsun 🤭🍂
Güzel kalbiniz ve bir o kadar güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Benim olduğum kadar sizlerde geleceğin parlayan ışıklarısınız. Dünyada silahların değil, kalemlerin konuşması gerektiğini düşünüyor ve temennisini diliyorum.😊🍃