Keşke Hep Çocuk Kalsaydık

Keşke hep çocuk kalsaydık. Hep çocuk kalsaydık da resim dersinde çizdiğimiz o evin bacasından yaz, kış duman tütseydi. Hiç öğrenmeseydik yazın sobanın yanmadığını. Yanan alevin tavana vuran ışığıyla oyunlar oynayan çocuklar olsaydık biz. Keşke çocukluğumuzda olduğu gibi televizyonun içerisinde hala insanlar var zannetseydik. Bu kadar insanı nasıl içine sığdırmış bu küçücük kutu diye düşünseydik. O zaman belki de bu kadar boş ve anlamsız gelmezdi o camdan kutu bize. Mandalinaları portakalların yavrusu sansaydık hep. Eskiden sadece cam kırılır, ayna kırılır, vazo kırılır, annemizin porselen yemek tabakları kırılır, öyle zannederdik. Çocukluk işte… İnsanın kalbinin de paramparça olabileceğini hiç öğrenmeseydik keşke. Kalbin yara bandı tutmadığını, merhem olur belki diye söylenen her sözün zehir olduğunu öğrenmeseydik keşke.
Eskiden bisikletten düşerdik, dizimiz kanardı. Ona ağlardık saatlerce. Şimdi kalbimizden, gönlümüzden düşenler için ağlıyoruz. Hem de içimizden, sessiz sessiz, bir damla yaş dökmeden. Susarak ağlıyoruz. Keşke aşkın çocukluğumuzda baktığımız papatya falları gibi olduğunu sansaydık hala; seviyor, sevmiyor… Çocukken sadece kirazın tohumlarını, üzümün çöpünü, karpuzun çekirdeğini yutardık, herkese ağzımıza geleni söyler, bir adım geri atmazdık. Çocuktuk ne de olsa, kim ne diyebilirdi ki bize. Oysa şimdi susmadığımız, yutmadığımız şey kalmadı. Konuşmayı bilmediğimizden değil ama hala çocuk kalan yüreğimizden.
Eskiden hiç yalnız da kalmazdık biz, her gece dışarı çıkar ay dedeyle konuşurduk. Ay dedemiz vardı bizim. Ama şimdi kalabalıklar içerisinde bile yapayalnızız. Milyonlarca insanla sarılı etrafımız ama hiçbirisi tek kelamımızı bile anlamayan. Çocukken kızdığımızda, küstüğümüzde tırmandığımız bir erik ağacımız ya da kayısı ağacımız olurdu. Şimdi kaçıp saklanabileceğimiz, bizi yapraklarıyla saran bir sığınağımız yok. Zamanın bir yerinde kaybolmuşuz öylece. Yüreğimizin kıyısında bizden eser yok. Çocukken kimimiz süpermen olmak isterdi, kimimiz sihirli güçleri olan peri kızları ama artık büyüdük. Şimdi hepimiz böyle şeylerin sadece masallarda, hikayelerde ya da filmlerde olduğunu biliyoruz. Belki bu yüzdendir hep kitaplara, filmlere, hikayelere, masallara sığınıyoruz. Küçükken kavga eden anne babamızın oyun oynadıklarını sanırdık ama artık onu da öğrendik.
Aydınlıklarımız vardı bizim. Güneşin elinden tutardık. Hayallerimizden tutan kahramanlarımız vardı. Gökyüzüne çıkarırlardı bizi, uçurtma uçurmaya. Sonra çalılara takıldı uçurtmamız. Masmavi denizlerimiz vardı, çocukluğumuz gibi uçsuz bucaksız. Gökkuşağı kadar da rengarenk çocukluğumuz vardı. Anı yaşamayı bilirdik biz geçmişi, geleceği düşünmeden. Sadece şimdiyi… Kanatlarımız vardı bizim özgürlüğe uçtuğumuz. Sevdiklerimizin yüreğine konduğumuz. Umutlarımız vardı bizim ardı arkası kesilmeyen. Bu yüzdendir belki de yüzümüzden hiç eksik olmazdı o koskocaman gülümseme. Her dere kenarı, her yayla, her çiçek, her çayır, her hayvan bizim gönül parkımızdı minicik yüreğimizde. Bambaşka bir dünyamız vardı bizim. Şimdi kirlettiler o dünyayı.
Aslında biz hepimiz erkekler mavi sever, kızlar pembe sever diye büyütülen çocuklardık. Sonra kırılmayı öğrettiler bize, üzülmeyi öğrettiler, ağlamayı, vazgeçmeyi, pes etmeyi öğrettiler. Acıyı, kederi, hüznü, mutsuzluğu, umutsuzluğu öğrettiler. Biz hepimiz masum doğduk aslında, bize kötü olmayı öğrettiler. Ve nedense sonra hepimiz simsiyah olduk. Koskoca bir karanlığın içine attılar bizi. Keşke hep çocuk kalsaydık da biz büyüdükçe acılarımızda büyümeseydi. Keşke hep çocuk kalsaydık da beyazımız hiç eksilmeseydi…
Başarılı…
Teşekkür ederim
Teşekkür ederim…