Hikaye

Şehrin Yalnızlığı

Genç kadın bir elini kaldırdı, adamın yeni yeni çıkmaya başlayan kirli sakallarında parmak uçlarını yavaşça ve biraz da ürkekçe gezdirdi. Gözlerini yumdu ve yutkundu. Adem elması boğazında yavaşça kaydı. Gözlerini açtı ve adamın okyanusu andıran masmavi gözlerinin onu boğduğunu fark etti. Boğuyordu; çünkü adam gözlerine nasıl bakarsa baksın, okyanuslarına her baktığında ucu bucağı olmayan bir denizdeymiş gibi hissediyordu. O deniz onu boğarken aynı zamanda nefes de oluyordu. Ama şu an öyle bir yerdelerdi ki okyanusun sahibi olan adam ona nefes olmak yerine onu okyanusunda boğuyordu. Elini yavaşça yüzünden çekip, kalbine doğru götürdü. Buradan bile kendi kalbinin hızlandığını duyabiliyordu, peki ya sevdiği adamın kalbi?

Önce elini kalbine koyup yavaş yavaş atışını hissetti teninde… Adamın kalbi hâlâ hızlanmamıştı. Aksine zamanı tüketmek istermiş gibi yavaşça atıyordu. Genç kadın derin bir iç çekti, elini de aynı yavaşlıkta kalbinden çekti. Başını adamın göğsüne yasladı, soluğunu boynunda dinlendirdi ve acısını adamın kaburgasına gömdü. Adamın boyun girintisine ise söyleyemediklerini dile getirdi. Söylemediklerine karşıysa içten içe defalarca yandı. En sonunda kafasını kaldırdı ve adamın kendini kaybettiği mavi gözlerine bakarak, ‘’Sen benim limanımdın, gemi olsam ilk senin limanında soluklanırdım.’’ dedi.

Adam sustu, sadece gözlerini devirdi. Sanki karşısındaki kadının gözlerine bakmamak için yemin etmişti. Kadının kalbi kırıktı; kalp kırıklığını okyanusuna attı, orada kıyıya vuran dalgalar gibi benliğine çarpıp gitmesini bekledi.

‘’Bir şey söyle,’’ dedi yalvarırcasına. Kafasını eğdi, dudakları kurumuştu ve boğazı düğüm düğüm olmuştu. Adamın sustuğu ve umursamadığı her an, kadının boğazında bir yumru oluşmasına neden oldu. Kuruyan dudaklarını yalayarak cümlesine devam etti tek solukta:

‘’Söyle, yoksa gideceğim. Beni sevmiyor musun artık?’’

Adam gözlerini kaçırdı bu defa. Sanki karşısında bir duvar vardı ve kadın her konuştuğunda sesi yankı yapıyordu. Adam o kadar hissizdi ki kadın bir an kendi bataklığında boğulacağını düşündü. Kaşlarını çattı ve aynı hızla kendisini toparladı.

‘’Pekâlâ, o hâlde gidiyorum.’’ Tekrar yutkundu ve son bir cevap ararcasına adamın gözlerinin en derinine baktı. Pişmanlık kırıntısı veya kendisini durdurması için bir kelime aradı. Ama yoktu. Adamın gözleri zehir gibiydi âdeta. Öyle bir zehirdi ki bu, sanki o zehri içse kan kusacaktı gözlerinde.

Git!

Adamın tek cümlesi bu oldu. Yüzü kaskatıydı ve dudakları başka her kelimeye, her cümleye susmuş gibiydi. Kadın elini kalbine koydu; kalbi göğüs kafesinden çıkacakmış gibi atıyordu, sanki normal işlevini yapamıyordu. Kadın, eşyalarını koyduğu el çantasını sıkıca tutarken, ardına bakmadan koşmaya başladı. Koştu, koştu… Soluğu kesilene kadar koşmaya devam etti, kadın kan ağladı ve ardına bakmadan o şehri terk etti.

Kadın benliğini kaybetti, adam kadını tıpkı bir piyon gibi harcadı. O andan itibaren kadının yüreği sustu, adamın ise cümleleri… Şehir ağladı, deniz hırçınlaşıp köpürdü ve bir hikâye daha sona erdi. Geriye sadece onları yansıtan kelimeler kaldı.

Gittin, sustum; geldin, bu defa da sana sustuklarıma ağladım. Kanadım, acılarımı saramadığın yaramdan kanadım. Yaktım, içimdeki sönmeyen ateşten dolayı herkesi yaktım. Ve en çok da yandım… Bana sunduğun o aşk ateşinde yandım. Adamın kalbi taşlaşmıştı, kadının kalbi ise bozulmuş oyuncak gibiydi onarılmayı bekleyen… Adam yakmıştı, kadın yanmıştı; adam, aşkın tanımını bilmezdi, kadın bu duygunun kitabını yazardı; adam usta bir yalancıydı; her daim kelime oyunları yapıp kadını kandırırdı. Bu yüzden de kadın hep bekleyendi. Yalan vardı aralarında ve o yalanın adı da ‘aşktı.’ Körebe gibiydi bu yalan; adamın gözü bağlı, gerçeğe sırtını dönmüştü. Kadının ise gözleri açıktı ve bu yalanı yaşamıştı. Adam yazıp yazıp silendi, kadın silineni tekrar yazandı. Adam kandırırdı, kadın tekrar kanardı. Kadın adamın yara bandı olmasını dilerken, adam yarayı açandı. Kadın her zorluğu göğüsleyendi, adam ise bir korkaktı ve sürekli kaçandı.

Sonra… kadın gitti ve adam yakalayamadı.

Adam kaldı; kadın gitti, bu aşk da böylece çoktan bitti. Kadın sobelerken aşkı, adam sobeleyemeden kaçardı hep. Şimdiyse ebe olan adamdı, kadın gitti ve adam sobeleyemedi. 1, 2, 3 tıp! Oyun oynandı, kazanan kazandı ve mağlup olan yenilgiyi kabul edip oyundan çekildi. Sessizlik oldu, tüm sesler sustu. Kuş uçtu, yağmur yağdı, ışıklar söndü; ay geceye karıştı, gün geçti ve zaman saatleri kovalayarak su gibi akıp geçti.

Adam tüketti, kadın tükendi. Oyun sona erdi, şah mat oldu. Şah ise şahbaz oldu. Bugün dünü devirdi, şaraptaki son kadeh içildi ve beyin mantığını yitirdi. Dil, lâl oldu; gözlerin konuşması son buldu. Fonda ise bir ayrılık şarkısı çaldı, kadının kalbindeki o yangını anlatan… Sonra ampul titredi, cılız bir ışık ortamı kör etti; gürültü koptu ve herkesi sağır etti. O kopan gürültü, aşkın kıyametiydi. Sağır ettiği şeyse geriye kalan koca bir sessizlikti.

Kadın her daim toplayandı, adam bölendi. Edebiyat-matematik ilişkisi misaliydi aralarındaki o aura. Birbirine zıt ama çeken kutuplar gibi. Kadın, şiirler yazarken adam aradaki fark ile uğraşıyordu; kadın muallimeydi, aşkı öğretiyordu; adam talebeydi, aşkı yeni yeni öğreniyordu; kadın, güneşti ve insanın içini gülüşü ile ısıtırdı; adam dağ gibiydi, ulaşılması zordu. Kadın suydu, ateşi söndürürdü; adam ateşti ve yakardı. Ki, yaktı da. Yaktığı aşktan da geriye sadece her yana savurduğu külleri kaldı.

Kadın, en vurucu hamlesini vedaya sakladı.

‘’En çok sana yandım ama en çok da sana sustum. Soluğunu çektim ciğerlerime, kokun hep benimle kalsın diye. Yetmedi, gözlerimi kapadım ve kokunu anımsadım sessizce. Konuştum, anlattım ama sen anlamadın. Sustum, durdum ve sadece baktım. Ben bakınca sen kaçtın. Yakaladım, gittin. Dönüşünü sükûnetle bekledim, gittin ama dönmedin. Yandım ve seni de yaktım içimde. Seni sevdiğim kadar vardın bende ve seni sevdiğim kadar yaşayacaksın benliğimde.’’

Ve böylece, kadın yalnızlığını da sırtına alarak ‘Yalnızlar şehri’ olarak nitelendirdiği yeri terk etti, heybesine yeni şeyler eklemek üzere… Yalnızlar şehriydi, çünkü o da kendisi gibi aslında kalabalıkken yapayalnızdı. Şehrin yalnızlığı da kendisi gibiydi anlaşılan; biraz yitik biraz umutsuz. Tek bir fark ile; kadın o mutsuzluğunun yerini umuda çevireceğine dair kendine söz vermişti.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu